3 Mayıs 2013 Cuma

(2) ŞEYH HÜSEYiN EL-BASRETİ AİLESİ (ORAN AİLESİ)


                                    

                             (2) ŞEYH HÜSEYiN EL-BASRETİ AİLESİ
                                                 (ORAN AİLESİ)


       Oran ailesi, Hz. Hüseyin’in soyundan gelen seyyid bir ailedir.
       Aile, Hicaz’dan hicret ettikten sonra, Suriye’nin Hama ve Humus bölgelerinde ikamet etmiş, ardından Irak’ın Zêbar bölgesinde yaşamışlardır. Takriben 300 yıl önce Anadolu topraklarına göçmüşlerdir. Ailenin ecdadı, şu an Şırnak ili sınırlarında kalan Basret (İnceler) köyünde yaşamışlardır. Basret, Nakşibendilik tarikatının Halidi kolunun üç önemli merkezinden biridir. Hatta Nakşibendi tarikatının Güneydoğu Anadolu kolunun literatüründe Basret köyünü Nakşibendi tarikatının başkenti olarak kabul görmektedir.
         Mevlana Halid Bağdadi Hazretlerinin üç halifesinden biri olan Şeyh Halid-i Cezeri Basret köyünde tarikat hizmetini sürdürmüştür ve Basret köyünde metfundur.
        Aileye ismini veren Şeyh Hüseyni Basreti, Şeyh Halidi Cezeri’den sonra tarikat silsilesini postnişin olarak devam ettirmiştir. Şeyh Hüseyni Basreti, medreseleri vasıtasıyla birçok alimi Anadolu topraklarına kazandırmıştır. Ailenin bir kısmı Siirt Eruh’a bağlı Halidiyye (Kekliktepe) köyünde ikamet etmişlerdir. Şeyh Hüseyni Basreti Halidiyye köyünde medfundur. 1926 yılında tek parti döneminde Botan mıntıkasının Nakşibendi tarikatının Şeyhlerine karşı çıkarmış olduğu ferman nedeniyle Ailenin tümü Irak’a oradan da bir kısmı Suriye’ye göç etmek mecburiyetin de kalmışlardır. Aile’nin büyük kısmı Suriye ve Irak’ta yaşamaktadır. Şeyh Hüseyni Basreti’nin, Şeyh Celaleddin hariç tüm evlatları Irak ve Suriye’de yaşamış ve hizmet etmişlerdir. Ailenin fertleri halen Irak ve Suriye’de  tarikat hizmetlerini sürdürmekteler. Şeyh Hüseyn’in oğlu Şeyh Celaleddin, Halidiyye köyünde medrese açmış ve Botan bölgesi (Eruh, Pervari, Cizre,Şırnak) olmak üzere bölgede ilmi faaliyetlerde bulunmuş ve etkinlik göstermiştir. Şeyh Muhyeddin Hz., babasından sonra hizmetleri sürdürmüştür. Türkiye’nin çeşitli illerinde (Siirt, Şırnak, Gaziantep, Adana, Mersin, Aydın, Manisa, Bursa ve İstanbul)  cami, dergah, medrese açmış ve bu illerde bulunan aileye tabi sevenleriyle birlikte tarikatı devam ettirmiştir. Şeyh Muhyeddin Hazretleri, 1990’lı yıllarda rahmetli Necmettin Erbakan Hoca ve sayın başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan tarafından, medresede birkaç defa ziyaret edilmiştir. Şeyh Muhyeddin Hz., Siirt merkezde halen 150 öğrencinin eğitim gördüğü bir medrese yaptırmıştır. 2009 yılında vefat eden Şeyh Muhyeddin Hz., yaptırmış olduğu medresenin yanına defnedilmiştir. Hazretin başlatmış olduğu hizmeti, medresenin başında bulunan Molla Muaz devam ettirmektedir.
            Bu sülaleden pek çok mürşid yetişmiştir. Hepsini buraya alırsak uzun süreceği için sadece şimdide halk arasında isimleri sıkça zikir edip bilinen bir kaçını kısaca anlatacağız edeceğiz.


                            ŞEYH HÂLİD ZİBÂRÎ

        Anadolu velîlerinden. 1826 (H.1242) senesinde doğdu. Babası Şeyh Hüseyin Efendi, Diyarbakır'da medfûndur. 1863 (H.1280) senesinde Şırnak'ın Basret köyünde vefât etti. Türbesi, bu köydeki câminin yanındadır.


        İlim tahsîline başlayınca, önce Kur'ân-ı kerîmi, kırâat ilmini öğrendi. Sonra diğer ilimlerden bir miktar babasından okudu. Tahsîlini devâm ettirmek için çeşitli yerlere gitti. Tanze Medresesinde tahsil gördü. Bu medresede iken Minhâc üzerine bir şerh olan Şerh-i Remlî kitabından eliyle bir nüsha yazdı sonra Siirt'e gidip, bölgenin kıymetli ve meşhur âlimi Molla Halil Siirt’înin medresesinde talebe oldu. Burada tahsîlini tamamlayıp Molla Mustafa'dan bütün ilimlerde icâzet aldı. Reşine köyündeki amcası Şeyh Abdüsselâm'ın yanına döndü. Orada Şeyh Muhammed Aynî'nin kerâmet sâhibi kızı Fâtıma-ı Sâliha ile evlendi. Kayın babasından tasavvuf yolunda feyz alıp, kemâle erdi. Bu hocasının emri ile ona vekil olarak insanları irşadı için Basret köyüne gitti. Ders ve sohbetlerinde pek çok talebe toplanırdı. Pek çok âlim ve Sâlih insan yetiştirmiştir.

        Talebelerinin meşhurlarından ve halîfesi Şeyh Ömer Zengânî şöyle anlatmıştır: "Hocam Şeyh Hâlid Zibârî hazretlerinden çeşitli ilimleri öğrenmekte olduğum sıralarda bir gün huzûrunda ders alıyordum. Başımı elimdeki kitaba eğerek, dersle meşgul olduğum sırada, başımı kaldırdım. Fakat hocamı göremedim. Sağa sola baktım. Ortalıkta görünmüyordu. Fakat ders odasından dışarı çıkmamıştı. Az önce karşımda oturuyordu. Şaşırdım, elindeki kitap da oturduğu yerdeydi. Beni bir titreme, korku ve dehşet kapladı. Ne yapacağımı bilemiyordum. O sırada pencerenin demiri üzerine beyaz bir kuş kondu. Sonra da uçup gitti. Ben bu kuşa bakıp başımı çevirdiğimde hocamı karşımda oturur gördüm. Derse başlayıp bitirdikten sonra bana, kerametini gördüğüm için; "Bunu mümkün mertebe hiçbir yerde anlatma!" buyurdu.

       Bir defasında insanları Allahü teâlânın emirlerine uymaları, dünyaya düşkün olmamaları hususunda irşâd için köyleri dolaştı. Meşhur âlim Molla Muhammed Barşinî'nin köyü Barşa'ya da gitti. Sabah namazından sonra insanlara nasîhat etmek için yüksek bir yere oturdu. Huzurunda binden fazla insan toplandı. Aralarında pek çok âlim vardı. Bu insanlara gayet güzel vaaz etti. Haramlardan sakınmaları hususunda uyardı. Fakat insanlar bu güzel ele geçmez nasîhatlerden de etkilenmediler. Bu hâli görünce; "Allahü teâlâya yemin ederim ki, eğer şu ağaca vazetseydim, Allahü teâlânın azametinden dolayı yanar, yıkılırdı." diyerek karşısındaki dut ağacını gösterdi ve ağaca baktı. O sırada ağaç büyük bir gürültüyle kökünden sökülüp yere yıkıldı. Etrafa fırtına sesi gibi şiddetli bir ses yayıldı. Orada bulunan insanlar, bu hâli görünce, hayret içinde ağlaşmaya başladılar. Kalpleri uyanıp, hepsi Şeyh Hâlid Zibârî hazretlerinin huzurunda tövbe ettiler.

       Ömrünün sonuna kadar insanları irşâd ile meşgul oldu. Son olarak insanlara nasihat için Cizre'ye gittiği sırada hastalandı. Oradan Basret köyüne getirildi. Bir iki gün sonra kırk iki yaşında vefat etti. Şeyh Hüseyin ve Şeyh Muhammed Hâlid onun halifelerindendir.
        Vefatından sonra yerine oğlu Şeyh Hüseyin Basreti geçmiştir
___________________________________________
1) Kitâbu Ahvâl-üd-Dürriyye fî Silsilet-iz-Zibâriyye Kitabından tercüme deilmiştir.








                        ŞEYH HÜSEYİN BASRETÎ
   
Anadolu velîlerinden. Evliyânın meşhurlarından Şeyh Hâlid Zibârî'nin oğludur. Annesi Fâtıma-ı Sâliha, Şeyh Muhammed Aynî'nin kızı ve kerâmet ehliydi. 1914 (H.1333) senesinde vefât etti. Kabri, Eruh'un Hâlidiyye köyündedir.
Babası vefât ettiğinde altı yaşında idi ve sarf ilminden İzzi kitabını okuyordu. Babası vefât ederken onun yetiştirilmesi için halîfelerinden Şeyh Ömer Zengânî'ye vasiyet etti. Bütün ilimleri öğretmelerini, tasavvufta yetiştirip mürşid-i kâmil olmasını sağlamalarını vasiyet etti.
Bu vasiyet üzerine Şeyh Ömer Zenkânî ona bütün ilimleri okuttu. Sarf, nahiv, mantık, beyan, fıkıh, tefsir, hadîs ilimlerini öğretti. Bu talebeliği on beş sene sürdü. Neticede seçkin bir âlim oldu. Ayrıca Molla Abdülhamîd Reşînî'den de ilim öğrendi. Hocası Şeyh Ömer Zengânî ona ilimde icâzet verdi. Ancak tasavvufta vermedi. Tasavvufta da, asrın büyük âlimi ve meşhur velîsi Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî'den naklen aldı. Şöyle ki, Şeyh Hüseyin'in yakınlarından Molla Muhammed onun emriyle Şam'a gidip Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin evini sorup buldu. O sırada vefât etmişti. Evin kapısını çaldı. İhtiyar bir nine çıkıp onu görünce; "Hoş geldin Molla Muhammed!" dedi. Hayret edip; "Beni nereden tanıdınız. Şam'a daha önce hiç gelmedim." deyince; "Mevlânâ Şeyh Hâlid bana bir gün; "Vefâtımdan sonra Cizre tarafından Molla Muhammed nâmında bir zât gelecek! O takvâ ehli ve âlimdir." buyurdu. Sonra bana çanta bırakıp, bu çantayı halîfem Şeyh Hâlid Cezîrî'nin halîfesinin oğlu Şeyh Hüseyin'e teslim etsin." dedi. Anladım ki teslim etmek üzere vereceğim kişi sizsiniz." dedi. Bunun üzerine emâneti alıp Basret köyüne getirdi. Çantayı açtılar. İçinden Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin cübbesi, Yesir ağacından yapılmış ve ortasında dördü kırmızı mercandan olan tesbihi, takkesi, seccadesi vardı. Bunları aynen Şeyh Hüseyin hazretlerine teslim etti. Bu emânetler daha sonra oğlu Şeyh İbrâhim Hakkı'ya intikal etti. Kardeşi Şeyh Muhammed Şefîk bunları, İbrâhim Hakkı da defâlarca görmekle şereflendiğini bildirmiştir.
Şeyh Hüseyin Basretî hazretleri bu icâzetten sonra insanları irşâd edip talebe yetiştirdi. Halk ve meşhur kimseler arasında tanındı. Bu hizmeti, Miran aşiret ağası Mustafa Paşanın ona düşmanlık yapıp, zulme başvurmasına kadar devâm etti. Zulme mâruz kalması sebebiyle âilesini de alıp, 1901 (H.1317) senesinde Diyarbakır'a gitti. Bir müddet sonra oradan Haleb yoluyla Şam'a ulaştı. O göçüp gittikten altı ay sonra kendisine zulmeden ve memleketini terke mecbur bırakan Mustafa Paşa, aşîretler arasında çıkan bir kavga sırasında öldü.
Şeyh Hüseyin Basretî hazretleri, dokuz sene memleketinden ayrı kaldı. Aslî vatanı Bohtan'a dönmeyi çok arzu etti. O civardaki insanları irşâd etmek istiyordu. 1913 (H.1329) senesinde memleketine dönüp, Basret köyüne gitti. O havâlide insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatıp, emr-i mâruf yapmak için Basret köyünden diğer köylere de gitti. Bu seferlerinden birinde yolda Allahü teâlâyı zikirle meşgul bir halde giderken yol kenarında büyük bir kayaya nazar etti. Kaya yerinden oynayıp parçalandı. Yanında bulunan talebeleri bu hâli görünce, hayrette kaldılar. Oradan gelip geçtikçe bir bakışı ile parçalanan kayayı görüp kerametini hatırladılar. Daha pek çok kerametleri görülmüştür.
Yüksek derecede âlim, her ilimde mahir olup, sünnet-i seniyyeye tam uyardı. Güzel yüzlü tatlı sözlüydü. Son derece yumuşak huylu, din ve dünya işlerinde yüksek derecede basiret sahibi idi. İnsanlara daima yumuşak olmalarını İslâmiyet’e uymalarını tavsiye ederdi. Dünyaya hiç meyletmez, hep hüzünlü bir hâlde olurdu. Vefatı sırasında devamlı; "Sübhâneke innî küntü minezzâlimîn." derdi. Hastalığı şiddetlenince, gözlerinden yaş geldi. Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resûlullah, deyip dudaklarını kapatarak vefat etti. Vefatı bölge ahalisini çok üzdü. Hâlidiyye köyünde defnedildi. Edep ve ilim ehli olan temiz nesli devam etmektedir.
Şeyh Hüseyin’in vefatından sonra yarine oğlu Şeyh İbrahim Hakki geçti.
                    
                           ŞEYH İBRÂHİM HAKKI
                             ( Ailenin Suriye Kolu postnişini)

Şırnak civârında yetişen velîlerden. 1881 (H.1299) senesinde Basret köyünde doğdu. Şeyh Hüseyin Basretinin hazretlerinin oğludur. 1967 senesinde vefât etti. Suriye'de Hılva köyünde medfûndur. İlim tahsîline önce babasında başladı. Ayrıca babasından tasavvufta feyz ve irşâd için izin aldı. Babası bütün evlâdına ilim tahsîlini tamamlamaları ve tam bir icâzet almalarını vasiyet ettiğinden, tahsîlini mükemmel bir şekilde tamamladı. Şeyh Sirâceddîn'den çeşitli ilimlerde ders alıp akranlarını geçti. Ayrıca, Şeyh Hüseyin Gandekî'den de ilim öğrenip umûmî icâzet aldı. Bir de Hâlidiyye köyünde Şeyh Hasan Sekîn'den tasavvufta insanları irşâd etmek üzere icâzet aldı.
İnsanlara İslâmiyeti anlatmaktan, emr-i mâruf yapmaktan hiç geri durmadı. Devamlı bu işle meşgûl oldu. Bu hizmetleri sırasında Türkiye Cumhuriyeti devleti tek parti zamanın da 1926 yılında Şeyh Sait isyanını bahane edilerek ve Tekke ve zaviyelerin kapatılması ile Botan mıntıkasının tüm Şeyh ve ailelerin fermanı çıkartılması nedeniyle âilesi ile birlikte Irak'a, oradan da Suriye'ye göç etmek mecburiyetinde kaldılar. Suriye'de ikâmeti sırasında defâlarca Bağdat'a gitti. Orada Şeyh Muhammed Şenkabtî'den icâzet aldı. Fıkıh ilmini Şeyh İbrâhim Ravî'den öğrendi. Bu seferleri sırasında Irak veziri Yâsin Paşa ve Abdülazîz Beyle sohbetleri oldu. Birinci Melik Faysal ziyâretine gelip, çok hürmet ve alâka gösterdi. Sonra Suriye'ye döndü. Hılva köyünde ikâmet edip o havâlide insanları irşâd ile meşgûl oldu. Talebe yetiştirdi. Vefâtına kadar bu işle meşgûl oldu. Şeyh Muhammed Saîd Seydâ Cezirî, Seyyid Ali Gandekî, Şeyh Muhammed Hasib, oğlu Şeyh Elvân, Şeyh Muhammed Münîr, Şeyh Es'ad bin Şeyh Abdullah Hanûkî, yetiştirdiği meşhur talebeleridir.
Kaynaklar: 1) Ahvâl-üd-Dürriyye fî Silsilet-üz-Zibâriyye

                      ŞEYH MUHYEDDİN BASRET

       Şeyh muhyiddin Oran 1934 yılında Şirnak’ın Basret ( İnceler ) köyünde doğdu. Şeyh Hüseyin-i Basreti’nin torunudur. 2009 yılında Siirt’te vefat etmiştir. İcazetini tarikatın Suriye kolundan almıştır. Ailenin Türkiye kolunun postnişiniydi. Ailenin doğu ve güneydoğu bölgelerindeki ilim hizmetlerini Türkiye’nin çeşitli bölgelerine yaymıştır. Özellikle ilim yuvası cami ile medreselerin ve köy insanlarının hizmetine sunulan çeşmelerin ve yolların yapımına çalışmıştır. Siirt’te 150 öğrencinin eğitim gördüğü medrese ve bir cami, Mersin’de dergah ve cami, çeşitli köylerde çeşmeler ve camiler Hazretin yapmış olduğu eserlerden bazılarıdır. Hayatı boyunca insanları zararlı cereyanların dışında tutmaya çalışan Hazret, bu hizmetlerinde muvaffak olmuştur. Siirt ilinde yapmış olduğu medresede halen 150 öğrenci bulunmakta ve her sene bu ilim yuvasından mezun olan ilim erbabı kişiler Anadolu’nun çeşitli bölgelerine hizmet etmek için dağılmaktalar.





1 yorum:

  1. Rabbım başımızdan eksik etmesin inşallah değerli bu güzel zatları

    YanıtlaSil