(2) ŞEYH HÜSEYiN EL-BASRETİ AİLESİ
(ORAN AİLESİ)
Oran ailesi, Hz. Hüseyin’in soyundan
gelen seyyid bir ailedir.
Aile, Hicaz’dan hicret ettikten sonra,
Suriye’nin Hama ve Humus bölgelerinde ikamet etmiş, ardından Irak’ın Zêbar
bölgesinde yaşamışlardır. Takriben 300 yıl önce Anadolu topraklarına
göçmüşlerdir. Ailenin ecdadı, şu an Şırnak ili sınırlarında kalan Basret
(İnceler) köyünde yaşamışlardır. Basret, Nakşibendilik tarikatının Halidi
kolunun üç önemli merkezinden biridir. Hatta Nakşibendi tarikatının Güneydoğu
Anadolu kolunun literatüründe Basret köyünü Nakşibendi tarikatının başkenti
olarak kabul görmektedir.
Mevlana Halid Bağdadi Hazretlerinin üç
halifesinden biri olan Şeyh Halid-i Cezeri Basret köyünde tarikat hizmetini
sürdürmüştür ve Basret köyünde metfundur.
Aileye ismini veren Şeyh Hüseyni
Basreti, Şeyh Halidi Cezeri’den sonra tarikat silsilesini postnişin olarak
devam ettirmiştir. Şeyh Hüseyni Basreti, medreseleri vasıtasıyla birçok alimi
Anadolu topraklarına kazandırmıştır. Ailenin bir kısmı Siirt Eruh’a bağlı
Halidiyye (Kekliktepe) köyünde ikamet etmişlerdir. Şeyh Hüseyni Basreti
Halidiyye köyünde medfundur. 1926 yılında tek parti döneminde Botan
mıntıkasının Nakşibendi tarikatının Şeyhlerine karşı çıkarmış olduğu ferman
nedeniyle Ailenin tümü Irak’a oradan da bir kısmı Suriye’ye göç etmek
mecburiyetin de kalmışlardır. Aile’nin büyük kısmı Suriye ve Irak’ta
yaşamaktadır. Şeyh Hüseyni Basreti’nin, Şeyh Celaleddin hariç tüm evlatları
Irak ve Suriye’de yaşamış ve hizmet etmişlerdir. Ailenin fertleri halen Irak ve
Suriye’de tarikat hizmetlerini
sürdürmekteler. Şeyh Hüseyn’in oğlu Şeyh Celaleddin, Halidiyye köyünde medrese
açmış ve Botan bölgesi (Eruh, Pervari, Cizre,Şırnak) olmak üzere bölgede ilmi
faaliyetlerde bulunmuş ve etkinlik göstermiştir. Şeyh Muhyeddin Hz., babasından
sonra hizmetleri sürdürmüştür. Türkiye’nin çeşitli illerinde (Siirt, Şırnak, Gaziantep,
Adana, Mersin, Aydın, Manisa, Bursa ve İstanbul) cami, dergah, medrese açmış ve bu illerde
bulunan aileye tabi sevenleriyle birlikte tarikatı devam ettirmiştir. Şeyh
Muhyeddin Hazretleri, 1990’lı yıllarda rahmetli Necmettin Erbakan Hoca ve sayın
başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan tarafından, medresede birkaç defa ziyaret
edilmiştir. Şeyh Muhyeddin Hz., Siirt merkezde halen 150 öğrencinin eğitim
gördüğü bir medrese yaptırmıştır. 2009 yılında vefat eden Şeyh Muhyeddin Hz.,
yaptırmış olduğu medresenin yanına defnedilmiştir. Hazretin başlatmış olduğu
hizmeti, medresenin başında bulunan Molla Muaz devam ettirmektedir.
Bu sülaleden pek çok mürşid yetişmiştir. Hepsini
buraya alırsak uzun süreceği için sadece şimdide halk arasında isimleri sıkça
zikir edip bilinen bir kaçını kısaca anlatacağız edeceğiz.
ŞEYH HÂLİD ZİBÂRÎ
Anadolu velîlerinden. 1826 (H.1242) senesinde doğdu. Babası Şeyh Hüseyin Efendi, Diyarbakır'da medfûndur. 1863 (H.1280) senesinde Şırnak'ın Basret köyünde vefât etti. Türbesi, bu köydeki câminin yanındadır.
İlim tahsîline başlayınca, önce Kur'ân-ı kerîmi, kırâat ilmini öğrendi. Sonra diğer ilimlerden bir miktar babasından okudu. Tahsîlini devâm ettirmek için çeşitli yerlere gitti. Tanze Medresesinde tahsil gördü. Bu medresede iken Minhâc üzerine bir şerh olan Şerh-i Remlî kitabından eliyle bir nüsha yazdı sonra Siirt'e gidip, bölgenin kıymetli ve meşhur âlimi Molla Halil Siirt’înin medresesinde talebe oldu. Burada tahsîlini tamamlayıp Molla Mustafa'dan bütün ilimlerde icâzet aldı. Reşine köyündeki amcası Şeyh Abdüsselâm'ın yanına döndü. Orada Şeyh Muhammed Aynî'nin kerâmet sâhibi kızı Fâtıma-ı Sâliha ile evlendi. Kayın babasından tasavvuf yolunda feyz alıp, kemâle erdi. Bu hocasının emri ile ona vekil olarak insanları irşadı için Basret köyüne gitti. Ders ve sohbetlerinde pek çok talebe toplanırdı. Pek çok âlim ve Sâlih insan yetiştirmiştir.
Talebelerinin meşhurlarından ve halîfesi Şeyh Ömer Zengânî şöyle anlatmıştır: "Hocam Şeyh Hâlid Zibârî hazretlerinden çeşitli ilimleri öğrenmekte olduğum sıralarda bir gün huzûrunda ders alıyordum. Başımı elimdeki kitaba eğerek, dersle meşgul olduğum sırada, başımı kaldırdım. Fakat hocamı göremedim. Sağa sola baktım. Ortalıkta görünmüyordu. Fakat ders odasından dışarı çıkmamıştı. Az önce karşımda oturuyordu. Şaşırdım, elindeki kitap da oturduğu yerdeydi. Beni bir titreme, korku ve dehşet kapladı. Ne yapacağımı bilemiyordum. O sırada pencerenin demiri üzerine beyaz bir kuş kondu. Sonra da uçup gitti. Ben bu kuşa bakıp başımı çevirdiğimde hocamı karşımda oturur gördüm. Derse başlayıp bitirdikten sonra bana, kerametini gördüğüm için; "Bunu mümkün mertebe hiçbir yerde anlatma!" buyurdu.
Bir defasında insanları Allahü teâlânın emirlerine uymaları, dünyaya düşkün olmamaları hususunda irşâd için köyleri dolaştı. Meşhur âlim Molla Muhammed Barşinî'nin köyü Barşa'ya da gitti. Sabah namazından sonra insanlara nasîhat etmek için yüksek bir yere oturdu. Huzurunda binden fazla insan toplandı. Aralarında pek çok âlim vardı. Bu insanlara gayet güzel vaaz etti. Haramlardan sakınmaları hususunda uyardı. Fakat insanlar bu güzel ele geçmez nasîhatlerden de etkilenmediler. Bu hâli görünce; "Allahü teâlâya yemin ederim ki, eğer şu ağaca vazetseydim, Allahü teâlânın azametinden dolayı yanar, yıkılırdı." diyerek karşısındaki dut ağacını gösterdi ve ağaca baktı. O sırada ağaç büyük bir gürültüyle kökünden sökülüp yere yıkıldı. Etrafa fırtına sesi gibi şiddetli bir ses yayıldı. Orada bulunan insanlar, bu hâli görünce, hayret içinde ağlaşmaya başladılar. Kalpleri uyanıp, hepsi Şeyh Hâlid Zibârî hazretlerinin huzurunda tövbe ettiler.
Ömrünün sonuna kadar insanları irşâd ile meşgul oldu. Son olarak insanlara nasihat için Cizre'ye gittiği sırada hastalandı. Oradan Basret köyüne getirildi. Bir iki gün sonra kırk iki yaşında vefat etti. Şeyh Hüseyin ve Şeyh Muhammed Hâlid onun halifelerindendir.
Anadolu velîlerinden. 1826 (H.1242) senesinde doğdu. Babası Şeyh Hüseyin Efendi, Diyarbakır'da medfûndur. 1863 (H.1280) senesinde Şırnak'ın Basret köyünde vefât etti. Türbesi, bu köydeki câminin yanındadır.
İlim tahsîline başlayınca, önce Kur'ân-ı kerîmi, kırâat ilmini öğrendi. Sonra diğer ilimlerden bir miktar babasından okudu. Tahsîlini devâm ettirmek için çeşitli yerlere gitti. Tanze Medresesinde tahsil gördü. Bu medresede iken Minhâc üzerine bir şerh olan Şerh-i Remlî kitabından eliyle bir nüsha yazdı sonra Siirt'e gidip, bölgenin kıymetli ve meşhur âlimi Molla Halil Siirt’înin medresesinde talebe oldu. Burada tahsîlini tamamlayıp Molla Mustafa'dan bütün ilimlerde icâzet aldı. Reşine köyündeki amcası Şeyh Abdüsselâm'ın yanına döndü. Orada Şeyh Muhammed Aynî'nin kerâmet sâhibi kızı Fâtıma-ı Sâliha ile evlendi. Kayın babasından tasavvuf yolunda feyz alıp, kemâle erdi. Bu hocasının emri ile ona vekil olarak insanları irşadı için Basret köyüne gitti. Ders ve sohbetlerinde pek çok talebe toplanırdı. Pek çok âlim ve Sâlih insan yetiştirmiştir.
Talebelerinin meşhurlarından ve halîfesi Şeyh Ömer Zengânî şöyle anlatmıştır: "Hocam Şeyh Hâlid Zibârî hazretlerinden çeşitli ilimleri öğrenmekte olduğum sıralarda bir gün huzûrunda ders alıyordum. Başımı elimdeki kitaba eğerek, dersle meşgul olduğum sırada, başımı kaldırdım. Fakat hocamı göremedim. Sağa sola baktım. Ortalıkta görünmüyordu. Fakat ders odasından dışarı çıkmamıştı. Az önce karşımda oturuyordu. Şaşırdım, elindeki kitap da oturduğu yerdeydi. Beni bir titreme, korku ve dehşet kapladı. Ne yapacağımı bilemiyordum. O sırada pencerenin demiri üzerine beyaz bir kuş kondu. Sonra da uçup gitti. Ben bu kuşa bakıp başımı çevirdiğimde hocamı karşımda oturur gördüm. Derse başlayıp bitirdikten sonra bana, kerametini gördüğüm için; "Bunu mümkün mertebe hiçbir yerde anlatma!" buyurdu.
Bir defasında insanları Allahü teâlânın emirlerine uymaları, dünyaya düşkün olmamaları hususunda irşâd için köyleri dolaştı. Meşhur âlim Molla Muhammed Barşinî'nin köyü Barşa'ya da gitti. Sabah namazından sonra insanlara nasîhat etmek için yüksek bir yere oturdu. Huzurunda binden fazla insan toplandı. Aralarında pek çok âlim vardı. Bu insanlara gayet güzel vaaz etti. Haramlardan sakınmaları hususunda uyardı. Fakat insanlar bu güzel ele geçmez nasîhatlerden de etkilenmediler. Bu hâli görünce; "Allahü teâlâya yemin ederim ki, eğer şu ağaca vazetseydim, Allahü teâlânın azametinden dolayı yanar, yıkılırdı." diyerek karşısındaki dut ağacını gösterdi ve ağaca baktı. O sırada ağaç büyük bir gürültüyle kökünden sökülüp yere yıkıldı. Etrafa fırtına sesi gibi şiddetli bir ses yayıldı. Orada bulunan insanlar, bu hâli görünce, hayret içinde ağlaşmaya başladılar. Kalpleri uyanıp, hepsi Şeyh Hâlid Zibârî hazretlerinin huzurunda tövbe ettiler.
Ömrünün sonuna kadar insanları irşâd ile meşgul oldu. Son olarak insanlara nasihat için Cizre'ye gittiği sırada hastalandı. Oradan Basret köyüne getirildi. Bir iki gün sonra kırk iki yaşında vefat etti. Şeyh Hüseyin ve Şeyh Muhammed Hâlid onun halifelerindendir.
Vefatından
sonra yerine oğlu Şeyh Hüseyin Basreti geçmiştir
___________________________________________
1) Kitâbu Ahvâl-üd-Dürriyye fî Silsilet-iz-Zibâriyye Kitabından tercüme deilmiştir.
___________________________________________
1) Kitâbu Ahvâl-üd-Dürriyye fî Silsilet-iz-Zibâriyye Kitabından tercüme deilmiştir.
ŞEYH HÜSEYİN BASRETÎ
Anadolu velîlerinden. Evliyânın meşhurlarından Şeyh Hâlid
Zibârî'nin oğludur. Annesi Fâtıma-ı Sâliha, Şeyh Muhammed Aynî'nin kızı ve
kerâmet ehliydi. 1914 (H.1333) senesinde vefât etti. Kabri, Eruh'un Hâlidiyye
köyündedir.
Babası vefât ettiğinde altı yaşında idi ve sarf ilminden İzzi
kitabını okuyordu. Babası vefât ederken onun yetiştirilmesi için halîfelerinden
Şeyh Ömer Zengânî'ye vasiyet etti. Bütün ilimleri öğretmelerini, tasavvufta
yetiştirip mürşid-i kâmil olmasını sağlamalarını vasiyet etti.
Bu vasiyet üzerine Şeyh Ömer Zenkânî ona bütün ilimleri okuttu.
Sarf, nahiv, mantık, beyan, fıkıh, tefsir, hadîs ilimlerini öğretti. Bu
talebeliği on beş sene sürdü. Neticede seçkin bir âlim oldu. Ayrıca Molla
Abdülhamîd Reşînî'den de ilim öğrendi. Hocası Şeyh Ömer Zengânî ona ilimde
icâzet verdi. Ancak tasavvufta vermedi. Tasavvufta da, asrın büyük âlimi ve
meşhur velîsi Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî'den naklen aldı. Şöyle ki, Şeyh
Hüseyin'in yakınlarından Molla Muhammed onun emriyle Şam'a gidip Mevlânâ
Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin evini sorup buldu. O sırada vefât etmişti. Evin
kapısını çaldı. İhtiyar bir nine çıkıp onu görünce; "Hoş geldin Molla
Muhammed!" dedi. Hayret edip; "Beni nereden tanıdınız. Şam'a daha
önce hiç gelmedim." deyince; "Mevlânâ Şeyh Hâlid bana bir gün;
"Vefâtımdan sonra Cizre tarafından Molla Muhammed nâmında bir zât gelecek!
O takvâ ehli ve âlimdir." buyurdu. Sonra bana çanta bırakıp, bu çantayı
halîfem Şeyh Hâlid Cezîrî'nin halîfesinin oğlu Şeyh Hüseyin'e teslim
etsin." dedi. Anladım ki teslim etmek üzere vereceğim kişi sizsiniz."
dedi. Bunun üzerine emâneti alıp Basret köyüne getirdi. Çantayı açtılar.
İçinden Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin cübbesi, Yesir ağacından yapılmış
ve ortasında dördü kırmızı mercandan olan tesbihi, takkesi, seccadesi vardı.
Bunları aynen Şeyh Hüseyin hazretlerine teslim etti. Bu emânetler daha sonra
oğlu Şeyh İbrâhim Hakkı'ya intikal etti. Kardeşi Şeyh Muhammed Şefîk bunları,
İbrâhim Hakkı da defâlarca görmekle şereflendiğini bildirmiştir.
Şeyh Hüseyin Basretî hazretleri bu icâzetten sonra insanları irşâd
edip talebe yetiştirdi. Halk ve meşhur kimseler arasında tanındı. Bu hizmeti,
Miran aşiret ağası Mustafa Paşanın ona düşmanlık yapıp, zulme başvurmasına
kadar devâm etti. Zulme mâruz kalması sebebiyle âilesini de alıp, 1901 (H.1317)
senesinde Diyarbakır'a gitti. Bir müddet sonra oradan Haleb yoluyla Şam'a ulaştı.
O göçüp gittikten altı ay sonra kendisine zulmeden ve memleketini terke mecbur
bırakan Mustafa Paşa, aşîretler arasında çıkan bir kavga sırasında öldü.
Şeyh Hüseyin Basretî hazretleri, dokuz sene memleketinden ayrı
kaldı. Aslî vatanı Bohtan'a dönmeyi çok arzu etti. O civardaki insanları irşâd
etmek istiyordu. 1913 (H.1329) senesinde memleketine dönüp, Basret köyüne
gitti. O havâlide insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatıp, emr-i
mâruf yapmak için Basret köyünden diğer köylere de gitti. Bu seferlerinden
birinde yolda Allahü teâlâyı zikirle meşgul bir halde giderken yol kenarında
büyük bir kayaya nazar etti. Kaya yerinden oynayıp parçalandı. Yanında bulunan
talebeleri bu hâli görünce, hayrette kaldılar. Oradan gelip geçtikçe bir bakışı
ile parçalanan kayayı görüp kerametini hatırladılar. Daha pek çok kerametleri
görülmüştür.
Yüksek derecede âlim, her ilimde mahir olup, sünnet-i seniyyeye
tam uyardı. Güzel yüzlü tatlı sözlüydü. Son derece yumuşak huylu, din ve dünya
işlerinde yüksek derecede basiret sahibi idi. İnsanlara daima yumuşak
olmalarını İslâmiyet’e uymalarını tavsiye ederdi. Dünyaya hiç meyletmez, hep
hüzünlü bir hâlde olurdu. Vefatı sırasında devamlı; "Sübhâneke innî küntü
minezzâlimîn." derdi. Hastalığı şiddetlenince, gözlerinden yaş geldi. Lâ
ilâhe illallah, Muhammedün Resûlullah, deyip dudaklarını kapatarak vefat etti. Vefatı
bölge ahalisini çok üzdü. Hâlidiyye köyünde defnedildi. Edep ve ilim ehli olan
temiz nesli devam etmektedir.
Şeyh Hüseyin’in vefatından sonra yarine oğlu Şeyh İbrahim Hakki
geçti.
ŞEYH İBRÂHİM HAKKI
( Ailenin Suriye Kolu postnişini)
Şırnak civârında
yetişen velîlerden. 1881 (H.1299) senesinde Basret köyünde doğdu. Şeyh Hüseyin
Basretinin hazretlerinin oğludur. 1967 senesinde vefât etti. Suriye'de Hılva
köyünde medfûndur. İlim tahsîline önce babasında başladı. Ayrıca babasından
tasavvufta feyz ve irşâd için izin aldı. Babası bütün evlâdına ilim tahsîlini
tamamlamaları ve tam bir icâzet almalarını vasiyet ettiğinden, tahsîlini
mükemmel bir şekilde tamamladı. Şeyh Sirâceddîn'den çeşitli ilimlerde ders alıp
akranlarını geçti. Ayrıca, Şeyh Hüseyin Gandekî'den de ilim öğrenip umûmî
icâzet aldı. Bir de Hâlidiyye köyünde Şeyh Hasan Sekîn'den tasavvufta insanları
irşâd etmek üzere icâzet aldı.
İnsanlara
İslâmiyeti anlatmaktan, emr-i mâruf yapmaktan hiç geri durmadı. Devamlı bu işle
meşgûl oldu. Bu hizmetleri sırasında Türkiye Cumhuriyeti devleti tek parti
zamanın da 1926 yılında Şeyh Sait isyanını bahane edilerek ve Tekke ve
zaviyelerin kapatılması ile Botan mıntıkasının tüm Şeyh ve ailelerin fermanı
çıkartılması nedeniyle âilesi ile birlikte Irak'a, oradan da Suriye'ye göç
etmek mecburiyetinde kaldılar. Suriye'de ikâmeti sırasında defâlarca Bağdat'a
gitti. Orada Şeyh Muhammed Şenkabtî'den icâzet aldı. Fıkıh ilmini Şeyh İbrâhim
Ravî'den öğrendi. Bu seferleri sırasında Irak veziri Yâsin Paşa ve Abdülazîz
Beyle sohbetleri oldu. Birinci Melik Faysal ziyâretine gelip, çok hürmet ve
alâka gösterdi. Sonra Suriye'ye döndü. Hılva köyünde ikâmet edip o havâlide
insanları irşâd ile meşgûl oldu. Talebe yetiştirdi. Vefâtına kadar bu işle
meşgûl oldu. Şeyh Muhammed Saîd Seydâ Cezirî, Seyyid Ali Gandekî, Şeyh Muhammed
Hasib, oğlu Şeyh Elvân, Şeyh Muhammed Münîr, Şeyh Es'ad bin Şeyh Abdullah
Hanûkî, yetiştirdiği meşhur talebeleridir.
Kaynaklar: 1)
Ahvâl-üd-Dürriyye fî Silsilet-üz-Zibâriyye
ŞEYH MUHYEDDİN BASRET
Şeyh muhyiddin Oran
1934 yılında Şirnak’ın Basret ( İnceler ) köyünde doğdu. Şeyh Hüseyin-i
Basreti’nin torunudur. 2009 yılında Siirt’te vefat etmiştir. İcazetini
tarikatın Suriye kolundan almıştır. Ailenin Türkiye kolunun postnişiniydi.
Ailenin doğu ve güneydoğu bölgelerindeki ilim hizmetlerini Türkiye’nin çeşitli
bölgelerine yaymıştır. Özellikle ilim yuvası cami ile medreselerin ve köy
insanlarının hizmetine sunulan çeşmelerin ve yolların yapımına çalışmıştır.
Siirt’te 150 öğrencinin eğitim gördüğü medrese ve bir cami, Mersin’de dergah ve
cami, çeşitli köylerde çeşmeler ve camiler Hazretin yapmış olduğu eserlerden
bazılarıdır. Hayatı boyunca insanları zararlı cereyanların dışında tutmaya
çalışan Hazret, bu hizmetlerinde muvaffak olmuştur. Siirt ilinde yapmış olduğu
medresede halen 150 öğrenci bulunmakta ve her sene bu ilim yuvasından mezun
olan ilim erbabı kişiler Anadolu’nun çeşitli bölgelerine hizmet etmek için
dağılmaktalar.
Rabbım başımızdan eksik etmesin inşallah değerli bu güzel zatları
YanıtlaSil